BUZLA ATEŞİN DANSI
Yanımdaki Viking, bu olağanüstü coğrafyayı bize tanıtan rehberimiz, Arni Bjorgvinsson.
BUZLA ATEŞİN DANSI
BUZLA ATEŞİN DANSI
Doç. Dr. Şafak Nakajima
Yazının görseli Mars’ta çekilmedi.
Yer: İzlanda.
Yanımdaki Viking, bu olağanüstü coğrafyayı bize tanıtan rehberimiz, Arni Bjorgvinsson.
İzlanda, pek çoğunuz gibi benim de ilk kez ilgimi, adını doğru söylemenin neredeyse imkansız olduğu yanardağlarının patlamasıyla çekti.
2010 yılında, 107 bin uçağın uçuşunu engelleyerek hava trafiğini felç eden ‘’Eyjafjallajökull Yanardağı’’ patlamasıyla ilgili haberleri sunmak eminim, pek çok haber sunucusu için mesleklerinin en zor testlerinden birisiydi.
Bu yıl büyük kızım, doğumgünüm için bana İzlanda gezisi sürprizi hazırladığını bildirdiğinde, Minnesota ve Kanada gibi çok soğuk yerlerde yaşamış ve soğuğu pek sevmeyen biri olarak, hafiften bir iç zorlanma yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Ama bu zorlanma, İzlanda’yı ve İzlandalıları tanıyınca, yerini büyük bir beğeni ve takdire bıraktı.
İzlanda, Kuzey Atlantik'te yer alan ve yaklaşık 70 milyon yıl önce oluşmaya başlamış bir ada.
Bu adayı hızla ortaya çıkaran oluşum, adanın altında oturan ve bir dizi su altı patlamasına neden olan büyük bir magma cebi.
Günümüzde de süregiden volkanik patlamalar veya depremler, Surtsey Adası gibi yeni yapıların ortaya çıkmasına yol açıyor.
Muazzam jeotermal enerjiye saip olan bu ülkede, 200 farklı volkan var.
İzlanda'nın en eski yerleşimcileri hakkında bilinenler, Ortaçağ’dan kalma bir yazı olan Landnámabók'a veya “Yerleşim Yerleri Kitabı” na dayanıyor.
Bu kitap 1400'den fazla yerleşim yeri, anekdot hikayeleri, soy ağaçları ve Norse Pantheon'una (iskandinav Mitolojisi) dair detaylar içeriyor.
Adanın izole olması nedeniyle İzlanda dili, büyük ölçüde değişmeden kaldığından, bu tarihi bilgiler kolay erişilebilir durumda.
Böylece, en eski yerleşimcilerin isimleri, çağdaş İzlandalılarca paylaşılıyor ve nesiller arası bağlantı sürüyor.
Norveçli bir asilzade olan Ingólfur Arnarson , İzlanda'nın ilk daimi yerleşimcisi olarak kabul edilmekte.
Efsaneye göre, gemisiyle yol alan Ingólfur karaya iki yontulmuş taş atıp onların düştüğü yere yerleşeceğine söz verir.
Karaya vardığında, güneybatı yarımadasında taşları bulunca 874 yılında, ailesiyle birlikte İzlanda'ya yerleşir.
Yerleştiği yerden yükselen jeotermal buharlar nedeniyle oraya, Reykjavík (Duman Körfezi) adını verir.
Burası bugün İzlanda'nın başkenti ve en gelişmiş yeri; temiz, bakımlı, uygar ve huzurlu bir kent.
Daha sonraları bazı Norveçli kabileler, Norveç'in acımasız Kralı Harald'dan kaçmak için Ingólfur'u takip eder.
İrlanda ve İskoçluların çoğu ise adaya, Norveçli şeflerin köle ve uşakları olarak gelir.
60 yıl içinde, ülkedeki çok sınırlı olan tüm ekilebilir arazilere insanlar yerleşir.
Artık bir düzen gereklidir ve iktidar şefleri, bu nedenle, dünyanın en eski ve en uzun süredir devam eden milletvekili meclisi olduğuna inanılan Alþingi'yi kurarlar.
İnsanlık adına dev bir adımdır, bu.
İzlanda, gelişmişliğiyle dünyada 2. sırada yer alan demokrasiye sahip.
Birinci sıradaki kim derseniz, İzlandalıların kökenlerinin dayandığı bir başka Viking ülkesi, Norveç var.
İzlanda, uzun bir siyasi haklar ve sivil özgürlükler geçmişi olan parlamenter demokrasi ülkesi.
131 kişilik hapishanelerinde yatanların çoğunluğu, 2008 ekonomik krizinde ülkeyi iflasa sürükleyen yolsuzlar.
O krizi, çok şeffaf bir biçimde sistemin kötülüklerini tasfiye ederek ve ekonomiyi artan turizmle destekleyerek aşan İzlanda’da kişi başına düşen milli gelir: 54,753 Dolar.
Düşük bebek ölüm hızı ve yüksek yaşam beklentisi ile İzlandalılar dünyadaki en sağlıklı insanlar arasında.
İzlanda'nın özel bir sağlık sektörü yok, bunun yerine sağlık hizmetleri devlet tarafından kontrol ve finanse ediliyor.
Eğitimin de ücretsiz olduğu İzlanda, evrensel bir okuryazarlık oranına ve yüksek bir eğitim kalitesine sahip.
Suç oranı fevkalade düşük.
İzlanda yasalarına göre, askeri veya dini varlıkların hiçbiri seçmenlerin seçimleri üzerinde demokratik olmayan bir etki yaratamıyor.
Bireyler, politik veya diğer hassas konulardaki kişisel görüşlerini, cezalandırılma korkusu olmadan ifade etme özgürlüğüne sahipler.
İzlandalı kadınlara 19 Haziran 1915'te anayasa değişikliği ile oy verme ve seçilme hakkı tanınmış.
BM'nin 1975 yılını 'Kadın Yılı' ilan etmesiyle birlikte, ‘’Kızıl Çoraplar’’ adlı kadın hakları savunucu bir grubun önderliğinde başlatılan direnişe kadınların neredeyse % 90’ı katılmış.
Erkeklerle aralarındaki maaş farkının, onların her gün saat 14:05’ten sonra bedavaya çalıştırıldıkları anlamına geldiğini bildirerek 24 Ekim’de ‘’Uzun Cuma’’ eylemini yapmışlar.
Grevden sonraki yıl içinde, İzlanda Cinsiyet Eşitlik Konseyi kurulmuş ve işyerlerinde, okullarda toplumsal cinsiyet ayrımcılığını yasaklayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Yasası geçmiş.
Kadınların % 88'i çalışıyor.
Kadınlar, üniversiteden mezun olanların% 66'sını oluşturuyor. Şirketlerin yönetiminde ve parlamentoda çok yüksek kotalara sahipler.
Boşanmış ve evlat edinerek anne olmuş bir kadın olan Vigdís Finnbogadóttir, 16 yıl boyunca İzlanda’nın Cumhurbaşkanı olmuş.
2009 yılında, Jóhanna Sigurðardóttir İzlanda’nın ilk kadın başbakanı ve dünyanın ilk açık eşcinsel devlet başkanı seçilmiş.
2010 yılı itibariyle, striptiz kulüpleri, fuhuş ve çalışanların çıplaklıklarından yararlanılan kurumlar yasa dışı hale getirilmiş.
Hükümetin hedefi, 2020 yılı itibariyle cinsiyetler arası eşitsizliği tamamen ortadan kaldırmak.
Bir toplumun gelişmişlik düzeyini anlamak istiyorsanız, ilk bakmanız gereken alan, o toplumda kadınların ne kadar özgür ve güçlü olduğudur.
Kadınlarını baskı altında tutan, eve kapatan, ona ikinci sınıf insan muamelesi yapan ama gerçek anlamda gelişmiş, herkesin yaşamak için can attığı, dünya bilimine, felsefesine, sanatına katkıda bulunan tek bir toplum örneği gösterebilir misiniz?
İzlanda gözlemlerimi hastalarımla paylaştığımda, çoğunun tepkisi, anlattıklarımın kulağa ütopya gibi geldiğiydi.
Evet, ütopya gibi ama gerçek.
Kendilerini yanardağlarla, dev buzullarla, verimsiz topraklarla sınayan acımasız bir coğrafyaya rağmen, akıl dışı dogmalar yerine bilimi rehber edinen, haksızlıklara direnen, onurlu yaşamayı en temel insan hakkı gören bir ulusun kazandığı dev bir zafer, ütopik bir gerçek!
Tarih bize ilerlemenin kendi kendine olmadığını, tabandan gelen baskının ve siyasete yapılan akılcı yatırımın değişim için çok güçlü bir katalizör olduğunu öğretiyor.
İzlanda’da bunların her ikisi de var!
Darısı başımıza diyelim.
İşte bu dilek kulağa ütopya gibi gelse bile!
Yazımın başında değindiğim gibi, bu ülkenin her yerinde çıplak kaya, taşlı çöller, kumlu araziler ve lav alanları var.
Ormanlık alan hemen hiç yok; ağaçlandırılmış bazı bölgeler bulunuyor. Çoğu yer bodur ağaçlı makilik.
İzlandalılar şöyle bir şaka yapıyor:
"İzlanda’da bir ormanda kaybolursanız, yapmanız gereken tek şey ayağa kalkmaktır.’’
Keflavík Uluslararası Havalimanı'nı çevreleyen lava manzaraları öylesine dünya dışı ki, Atlantik'in ortasındaki bu adada canlıların nasıl yaşayabildiğini merak etmemek imkânsız.
Zorlu ve değişken doğa koşulları, canlı evriminde büyük rol oynar.
Volkanik aktivite, buzul hareketi ve elverişsiz iklimi nedeniyle İzlanda, bu konuda çok ilgi çekici bir coğrafya.
Böylesi koşullarda bazı türler uyum sağlayamadıkları için kaybolur, bazıları ise evrimleşerek ortama adapte olur.
Mantar ve likenlerin (su yosunları), hayatta kalabilme mücadelesi hayranlık verici.
Vikinglerin 1000 yıl önce gelişine dek, İzlanda'nın% 40'ının ağaçlık olduğu tahmin ediliyor.
Kitlesel ormansızlaşma, İzlandalıların gemilerini ve evlerini inşa etmek ve ısıtmak için gerekli malzemelere ihtiyaç duyduklarında ağaçları kesmeleri sonucu ortaya çıkıyor.
Bu süreç yaklaşık 300 yıl sürüyor ve İzlanda'yı çölleşme ve toprak erozyonu felaketleri bekliyor.
Şimdilerde, Alaska’dan getirdikleri ağaç fidelerini dikerek, Viking dedelerinin yol açtığı hasarı telafi etmeye çalışıyorlar var güçleriyle...
Yol, köprü, havaalanı derken, İstanbul’un tüm ormanlarını yok eden bizlerin, çıkarmamız gereken büyük dersler var anlattıklarımdan.
Soğuk iklime adapte olmuş Arktik tilki, İzlanda atları, koyunları, sığırları, tavukları, keçileri var.
Adada hiçbir zaman sivrisinek bulunmuyor.
Kutup ayıları zaman zaman Grönland'dan kopup gelen buzdağlarıyla seyahat ederek adayı ziyaret ediyorlar.
İzlanda suları, balinalar, yunuslar ve üç yüz tür balıktan oluşan bir yaşam örüntüsüne sahip.
Deniz ürünlerinin tadını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Muhteşem sözcüğü yetersiz kalıyor.
İzlanda'daki yaban hayatı kuş ve deniz memelileri açısından da zengin.
Deniz kayalıkları birçok deniz kuşuna ev sahipliği yapmakta.
Ülkenin sembollerinden olan puffin adlı penguen benzeri kuşlar, minicik kanatlarını dakikada 400 kez çırparak uçabiliyor.
Puffinler ayrıca uzman birer dalgıç ve yüzücüler.
Suyun altında yüzmek için kanatlarını kullanıyor ve lezzetli balık bulmak için 60 metreye dalabiliyorlar.
Yılın 8 ayında karadan uzak, soğuk denizde balık avlıyorlar.
Yalnızca çiftleşmek ve yuva yapmak için her yıl Nisan ayı ortasında toprağa dönüyor ve Ağustos ayı sonunda kış için yola çıkıyorlar.
Puffinlerin ilgi çekici aşk yaşamlarından söz etmemek, onlara ve size haksızlık olur.
Bu çok sevimli kuşlar, tek eşliler.
Yani hemen daima, aynı eşle bir ömür geçiriyorlar.
Kışın denize gittiklerinde ayrılıyor ama karaya döndüklerinde eşleriyle eski yuvalarında buluşuyorlar.
Buluştuklarında, görseldeki gibi öpüşüp koklaşıyor ve sevimli bebekler yapıp kış boyunca bir kez daha ayrı ayrı yollarına gitmeden önce çocuk yetiştirme sorumluluklarını birkaç ay boyunca paylaşıyorlar.
Romantik puffinleri daha yakından tanımak istiyorsanız, tıklayın:
https://www.youtube.com/watch?v=BcP-u26GKmg
Nasıl Asya ile Avrupa kıtaları bizde buluşuyorsa, Amerika ve Avrupa kıtaları da İzlanda’da bir araya geliyor, her iki kıtanın tektonik plakları orada birleşiyor.
Görselde bir gün batımı, UNESCO Dünya Mirası Alanı Thingvellir Gölü’nün kıyısındayım. Ömrümde gördüğüm en sessiz sessizliğe şahit oluyorum.
Thingvellir Milli Parkı, Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik plakalarını bir arada görebildiğimiz ve dokunabileceğimiz dünyadaki tek yer.
Bu bölge aynı zamanda, dünyanın ilk milletvekili meclisine sahiplik eden parlamento alanı.
Avrupa ve Amerika tektonik plakları her yıl birbirinden 2 santim uzaklaşıyor.
Sadece canlı yaşamı değil, dünya da sürekli değişiyor, evrim geçiriyor.
Dalgıçlar, iki tektonik plak arasındaki yarıktan, dünyanın kalbine inebiliyorlar.
Sizleri, böylesi bir maceranın görsel şöleniyle baş başa bırakıyorum.
Tıklayın:
https://www.youtube.com/watch?v=HgJt8K57bOQ